Cadde-i Kebir

Bu sabah Taksim Meydanı'ndan İstiklal Caddesi'ne tam girmiştim ki, aklıma yıllar önce okuduğum bir yazı geldi. Yazı, Cadde-i Kebir'den 24 saat insan manzaralarıydı, salep satıcılarıyla başlayan konyakla biten bir gün. Sabah işe varınca internette yazıdan anımsadıklarımı arattırsam da, Google beni mutlu edecek sonuçlar çıkarmadı. Eve dönünce hemen kütüphaneme daldım, kütüphanemin mütevazi  İstanbul Kitaplığı bölümünden sonunda buldum aradığım makalenin bulunduğu kitabı: Sula Bozis kaleminden İstanbul Lezzeti İstanbullu Rumların Mutfak Kültürü. Kitaba öyle dalmışım ki, zaman nasıl geçti anlamadım. İleride kitapta yer alan mandalina likörü tarifinden, Tokatlıyan Oteli hikayelerine kadar hepsini burada paylaşacağım. Ama şimdi lafı  benim başta anımsadığım yazıya getireyim efenim. İşte birçoğumuzunun gününün, takriben 100 yıl önceki hali...

Haftalık Apola dergisinde yayımlanan bir dizi makale aracılığıyla 1915 İstanbul’una hayali bir yolculuk yapıp Cadde-i Kebir’de bir apartmanın birinci kattaki penceresinden etrafi izleyerek, imparatorluk başkentinin en merkezi caddesinde 24 saat geçirmek ilginç olacaktır:

Sabahın ilk ışıklarıyla Cadde-i Kebir’imiz yayaları kabul etmek için yıkanıyor, temizleniyor, süsleniyor. Kaldırımlardan ilk geçenler emekçilerdir. Şehrin kenar mahallelerinden Galata’ya inmek veya karşıya geçmek için akın ediyorlar… Bunlarla birlikte süt, francala, salep satan seyyar satıcılar da beliriyor. İsteyene, 20 paraya sıcak bir içecek veriyor.

Zaman ilerliyor. Sahne değişiyor… Sıra dükkanların kepenklerini gürültüyle açan hamallara geldi… Şimdi cadde pürtelaş yürüyen insanlarla dolup taşıyor. Aa! Bunlar sadece erkek değilmiş! Aralarında şık giyimli, yakışıklı gençlerle zarif ve neşe dolu genç kızlar da var. Tatavla’nın kenar mahallelerinde veya Bülbüldere’deki izbelerde oturan bu kızların işçi olmalan önemli değil. Şu anda hepsi birer hanımefendi… işlerine geç kalmamak için koşuyorlar. Biraz önce gördüğümüz kız, şimdi çalıştığı atölyede, hemen siyah önlüğünü giymiş, elindeki iğne mekik gibi çalışıyor. Genç erkek ise bürodaki yazıhaneye oturmuş, muhasebe defterine eğilip hesap yapıyor veya kumaşları metreyle ölçüyor.

Saat sabahın dokuzu. Tezgâhtarların yerini şimdi banka memurlan, tüccarlar, büro müdürleri ve dükkân sahipleri alıyor. Genellikle bu saatlerde Cadde-i Kebir’in kaldınmlarından ilk gençliklerini geride bırakmış erkekler geçer.

Saat on oldu. Şimdi cadde güzel hanımlarındır.. Hanımefendiler eşlerini işe, çocuklarını da okula gönderdikten sonra, hizmetçiye günlük iş programını verir. Tayyörünü giyer, kısa manşonunu alır ve Cadde-i Kebir’deki büyük dükkânlardan alışverişe çıkar.

Hanımefendinin Galata veya İstanbul’da çalışan kocası öğleyin yemeğe eve gelmez. Ya en yakın lokantaya gider veya evden getirdiği sefer tasındaki yemeği yer. Bu nedenle kendi de öğle yemeğini atlatıp, acele etmez, kendini alıverişe verir. … Şimdi de, öğle tatili nedeniyle Cadde-i Kebir'den geçen okul öğretmenlerine rastlarız. Çorbalarını çabucak içebilmek ya da evlerinde acele tarafından bir pirzolayı mideye indirmek veya Galata’daki bir lokantada yemek yiyebilmek için acele ederler.

İki saat sonra nihayet alışverilerini tamamlayan hanımefendiler Cadde-i Kebir’i terk eder, ancak bu sefer de sahneye etrafi görmek ve görülmek için pastanelerde oturan başka hanımlar çıkar. Öğleden sonraları Cadde-i Kebir, adeta bir buluşma yeri, bir güzellik ve cazibe gösterisi platformu, tanışmak için ilk adımdır. Kızlarının güzelliğine güvenen anneler, onları süsleyip modaya uygun son model elbiselerle giydirip, öğle sonrası ziyaretlerinden önce Cadde-i Kebir’de şöyle beş-altı tur attırırlar.


Bütün bu sahne, saat beşe kadar devam eder. Saat altıda cadde tekrar halka açılır, terziler, şapkacılar, vantezler (tezgâhtarlar), küçük memurlar, işçiler hep bu saatte paydos eder. İşçi kalabalığı evlerine dönerken, gençler ve genç pozunda bekâr orta yaşlılar, sabah terziye veya güzel tezgâhtara verdikleri randevu için sabırsızlıkla yolları gözler. Diğer yandan saygın bir yığın aile reisi, iş çıkışı, birahanede dostlarıyla buluşup üç tek atıp sohbet edeceklerdir.

Bu saatte caddenin bütün birahane ve meyhanelerinin dolu olduğunu göreceksiniz. Bu, semt meyhanelerinin boş olduğu anlamına gelmez. Başka yerde five-o’clock tea içilir, burada ise “akşamcılık” geçerlidir.

Bu arada saat ilerlemiştir. Artık aile reislerinin eve dönme zamanıdır. Bekâr olanlar ise lokantalara gider.

Artık Cadde-i Kebir’de hanımlara rastlanmaz, kapalı dükkanlarının yalnız vitrinleri ışıldar. Az sonra orta malı, etini satan hayat kadını ortaya çıkacak, başında şapkası, kışkırtıcı yürüyüşüyle Cadde-i Kebir’de dolanacak.

İstanbullu Rumlar genelde sabahçı değildir. İyi tiyatro oyununu kaçırmaz. Şu sıralar sinemaları dolduruyorlar. Bu eğilim, saat dokuz civarında Cadde-i Kebir’i tekrar canlandırır. Baloların veya büyük sosyete toplantılarının yapıldığı akşamlar, başkent aristokrasisi caddeden arabalarıyla geçer.

Şimdi saat onbuçuk. Caddeden geçenler azalıyor. Birahanelerde hala tek tük müşteri var. Kahvehanelerde oturanlar daha fazla.

Şimdi on bir buçuk. Cadde-i Kebir bir an için canlılık kazanıyor. Sinemalar boşalıyor. Birçok grup, pastane ve muhallebi salonları önünde duruyor. Konyak eşliğinde bir pasta ya da sütle birlikte tavuk göğsü yemenin tam zamanı. Cadde-i Kebir yarım saat için yeniden hareketlenir, ta ki bu gruplar da dağılıp cadde boşalana kadar. Şimdi caddeden geçenler, geç kalmış tek tük gececiler, gece bekçileri ve polisler…