30. Uluslararası İstanbul Film Festivali Güncesi

Bugün mesaim Mısır Apartmanı yerine, Atlas Sineması'ndaydı. Tüm gün izinli olmamla beraber 3 film izleyebildim, filmlerin hepsi Atlas'daydı. Hatta ilk iki filmde yerim 1. sıradaydı ve bir koltuk farkıyla aynıydı. Şöyle de bir pişti oldu ilk iki film yanımdaki de aynıydı. Aynıydı derken, tanımadığım bir seyirci. Kıssadan hisse, Tayvan, Kore ve Rusya dolaylarında seyir halindeydim. Tayvan ve Kore filmlerinde öyle çok yendi içildi ki, hala açlık hissetmiyorum. Bu Uzakdoğulu kardeşler az ama sık yiyorlar ben bunu gördüm bugün. Her iki sahneden birinde chopstick!

Yi ye Taibei   (Elveda Taypey)

Tayvan'ın en kalabalık şehirlerinden birisi olan Taipei, filmin yönetmeni Arvin Chen'i epey etkilemiş ve bu film çıkmış ortaya.

Hafif, keyifli bir film Yi ye Taibei. Filmin esas oğlanı, Paris'e giden sevgilisinin ardından kendini Fransızca'ya verir. Her gün bir kitapçıya giderek, Paris'teki sevgilisini düşünerek Fransızca kitaplardan pratikler yapar. Kitapçıda çalışan filmin esas kızı ile arkadaşlıkları bir akşam tam da zamanında gelişir. Bir paket ve 4 turuncu takım elbiseli tip ortaya çıkar, olaylar gelişir. Hikaye tatlı, karakterler eğlenceli.

Filmde öyle çok Çin yemeği var ki, oğlumuzun zaten ailesi lokanta işletiyor üzerine de dışarıda yenilen yemeklerle Çin mutfağı eksiklerimizi neredeyse tamamlıyor.


Ha Ha Ha  

Korece  yaz anlamına gelen "ha" karakterine dayanan filmin adı, iki arkadaşın pirinç birası eşliğinde sohbetlerini içeriyor. Ama ne sohbet! Aslında aynı yerlerde hatta aynı insanlarla beraber olan bu iki arkadaş, bunun farkında bile değillerdir.  

Birbirlerinden habersiz geçirdikleri yaz günlerini, aşklarını, arzularını, kaygılarını masaya koyarlar ve erkek erkeğe sohbet ederler. Bugün izlediğim ilk filmden de fazla yerler ve içerler hatta bir çok kez sarhoş olurlar. Güney Kore'nin sıcak ama yağmurlu günlerinde geçen bu filmin mütevaziliği ne kadar hoşsa, bazı diyalogları da o kadar sıkıcıydı diyebilirim.


Utomlyonnye Solntsem 2- Predstoyanie (Güneş Yanığı 2)

Nikita Mikhalkov'un 1994 yılında çektiği Utomlyonnye Solntsem'i lise yıllarında Alkazar'da izlemiştim. Filmin son sahnesi yani arabada olanların ardından epey gözlerimi sildiğimi hala anımsıyorum. O zamanlar Mikhalkov Abi'nin üçleme yapacağını, Kotov'un da ölmeyeceğini bilmiyordum tabii.

 İlk film 1936 Rusya'sında geçerken, üçlemenin bu ikinci filminde 1941'lerdeyiz. Naziler, Rusya'ya gelmiş, Kotov ve kızı Nadia ayrı düşmüş. Nadia kızımız büyümüş serpilmiş, hemşire olmuş. Pek de sinemada görmeye alışık olmadığımız Almanların Sovyet Cephesi'nde geçen (Genelde Yahudi tarafını biliriz.) bol kanlı bir savaş filmi. Böyle anlatıyorum çünkü birincisinden sonra bu devam filmi pek de samimi gelmedi bana, hele de aradan geçen 16 yılın hatrına bir devam filmi niteliğinde de değil bence.  Ayrıca bugüne kadar çekilmiş en pahalı Rus filmi olduğunu da söylemeden geçmemek lazım.

0 yorum :