Weekend

Bugün !f istanbul 2012'nin benim için üçüncü filmini izledim: Weekend 


Kalbiniz çarpıyorsa, Andrew Haigh'in yönetmenliğindeki 2011 yapımı bu filmden etkilenirsiniz. Naif, incelikli, yalnızlığın ağırlığı, dostluğun bütünlüğü duygusal bir kavrayışla işleniyor. Yol arkadaşınızı bulmanın sevinci, derdini anladığını bildiğin birine anlatmanın hafifliği, hayatta mutlu olunan anların çoğalması, gözlerinde gözlerini görmenin, bakmanın - görmenin - hissetmenin - düşünmenin gerçekliği...



 Bu sefer kahramanlarımız iki erkek yani film bir gay ilişkiyi gözler önüne seriyor. Sererken de, bunu muhallebi kıvamında yapıyor, hafifçe, çaktırmadan, yumuşacık... Siz olan bitene odaklanmışken öyle şeyler konuşuluyor ki, derinden etkiliyor. Bir haftasonuna  neler sığdırılmaz ki...


1995 yapımı Before Sunrise'i bilirsiniz. Erkek ve kadın şans eseri tanışır ve aşkla büyük bir diyalog patlaması yaşarlar, bize de izlemek ve hatta imrenmek düşer. Filmi izlerken bir an oradaki diyaloglar geldi aklıma, hayat, aşk, gelecek, dünya hakkında kahramanlarımız konuşur, tartışır, paylaşırdı. Weekend'de de aynı diyalog koşturması, aynı kaçan zamanı yakala telaşesi hakim. Seviyorum böyle iki ana karakterli, keyifli diyaloglu filmleri. Hele de her iki filmde olduğu gibi oyuncular da iyiyse, keyif tavan yapıyor.


Filmde straight dünyaya göndermeler elbetteki hakim: Nothing Hill filminin romantik karelerine, herkesin evlenmesi - çocuk yapmasının istenmesinden, sokaktaki tabulara kadar. Film öyle vuruyor ki inceden, söylemek istediğini zaten yumruk gibi çakıyor herkese. "Sevmek" dediğimiz kelimenin tam da içini doldura doldura yapıyor. Tüm homofobik insanlara güçlü bir anlatımla tokat atıyor, filmin baş kahramanı Russell'ın son dakikalarda bir bakışı var ki, "tabu"yu yüzünde tam manasında izleyicilere gösteriyor.

Filmin aldığı ödülleri ve tüm kastı buradan görebilir, filmin trailerini alta izleyebilir ve filmin müziklerinden final şarkısı "I wanna go to Marz"ı en altta dinleyebilirsiz.

Unuttuğum bir şey var mı? derken, bir babanın oğlunun gay olduğunu öğrendiğinde -hayal bu ya- söylediği bu cümleyle yazıyı sonlandırayım:

"Oğlum, seni ne olursan ol seviyorum. Sen uzaya giden ilk astronot dahi olsan ben seni yine böyle severdim."


6 yorum :

Blogger Bolat dedi ki...

Ben de dün if kapsamındaki bir filmin SALT'da yönetmeniile yapılan söyleşiyi izlemiştim :)

euphrates dedi ki...

Cumartesi değil mi? Sebald’ı Sinemaya Uyarlamak değil mi? Ben de gelecektim lakin 19:30 seansında karşıdaydı filmim. İyi miydi, hayıflanmalı mıyım?

Adsız dedi ki...

Sen bu blogu sevebilirsin diye düşündüm, bir baksana.
http://www.dogu-roma.blogspot.com/

euphrates dedi ki...

Mügecim, yahu nasılsın? Çevirilere mi gömüldün? Bir önceki yorumlarında bir davet talebinde bulunmuştum lakin ulaşmadı yerine sanırım. :P
Bu arada blogu hemen takibe aldım, akşam zevkle okuyacağıma eminim, başlıklar şimdiden kaşındırdı. :)) Arkadaş blogu mu?

Adsız dedi ki...

İyiyim. :) Daveti bilmiyorum, gözden kaçmış demek ki, neydi peki?
Blog arkadaş blogu, senlik olduğunu düşündüm.

euphrates dedi ki...

Şurada yazmıştım: http://istanbulgezentisi.blogspot.com/2012/01/yine-bir-gun-ben-samanli-daglarindayken.html