Samatya ve Fatih'in Kedileri

Pazar günü, eski İstanbul semtlerinde seyir halindeydik. Öncelik Fatih tarafı, sonrasında da Samatya. Bu bölgeleri gezerken geçmişi düşlememek elde değil. Kim bilir 60-70 yıl öncesi nasıldı, sokakta nasıl bir hayat vardı, evlerde neler konuşulurdu?
Samatya, Kuzguncuk ve Ortaköy gibi sinagog, camii ve kilisenin beraber olduğu ender semtlerden. Özellikle 6-7 Eylül katliamlarından sonra gayrimüslim halk İstanbul'un diğer taraflarında olduğu gibi buradan da göç etmiş. Utanç verici zamanların izi, sanki oralarda hala var.

Yine objektifimde kediler var, işte bunlar da dün tanıştıklarım.

Değmeyin keyfime!
Ama, böyle de yakalanmaz ki...
Hah şöyle, efendi gibi poz vereyim...

Çok şaşkınım bu işe!
Biraz rahatıma düşkünümdür.

İstanbul'un Kedileri

Bugün, arkadaşımla çadır ve uyku tulumu almak için çıktık yollara... Güzergahımız, Beşiktaş - Karaköy arası olunca, hava da güzel olunca, yollarda kedilerle de koklaşınca daha da güzel oldu yolculuk. Çadır ve uyku tulumu alındı, dağlara kamplara daha da hazırım artık. Bu yeni uyku tulumuyla -22 dereceye kadar üşümeyeceğim söyleniyor, haydi hayırlısı! Eskileri de şimdiden yatağın altına tıkıştırdım bile.

Yeni bir kitaba da başladım bugün, az sonra kaldığım yerden okumaya devam edeceğim. Böyle giderse, ona da bir bölüm ayrılır bu beyaz sayfalarda. Şimdi Fındıklı'da tanıştığım güzellerle sizi baş başa bırakıyorum.
Hepsi sağlıcakla mırlasınlar.

Asalet, benim öteki adım. :P
Bakakalırım giden...



O kadar portakal suyunu içmeyecektim!
Tezgahın içindeki konforu hiçbir şeye değişmem...

Üzüm

Bağcılıkla yakınen ilgili bir aileden gelen bendenizin objektifinden, Bozcaada bağlarından aşırdığım bir salkım. Nasıl güzel bir meyvesin sen!

Slow Day

Bugünlerde bu şarkının içinde kayboluyorum. Factotum'u izlediğimde sene 2005 filandı sanırım. Bukowski'nin aynı adlı romanından uyarlanan filmde müzikler Kristin Asbjornsen'e (Dadafon) aittir. Soundtrack sayesinde tanıyıp, sevdiğim müzisyenlerden biri kendisi.
Slow Day tam filmin kapanışında böyle güzel güzel akar, sözler Bukowski'nin...

Yeni Dostum


Hazin hikayesi ve bu fotoğraf, iki gündür rüyalarıma girdi. Sonunda dün akşam onunla kavuştuk ve dostluğumuz başladı. Henüz bir ismimiz yok, "benek, düdük, biber, dayı" olarak çağırıyorum, bakalım sonrası ne olacak.

Yavrucak bugün EBI'de. Ofiste bir bayram havası; kah uyuyor, kah oynuyor, kah mouse tutuyor. Herkesi çok sevdi, herkes de onu. Hatta Mısır Apartmanı'nın diğer ofislerine komşuculuk oynamaya dahi gitti. Şansımız döndü, artık sokaklarda yalnız değil, benimle beraber yürüyecek...

Çok masum bakabiliyorum!
Ama süper de oyuncuyum!
Öğleden sonra şekerlemesine bayılırım!
Oyuncağım ve ben ayrılamayız.

Antrakt

Bazen insanın yazası, paylaşası gelmez ya, işte benimki de o hesap. Bu aralar pek paylaşasım yok kısacası, çok cimriyim, güzel şeyleri hep kendime saklıyorum. Neredeyse 1 ay olmuş, blogda tıp oynamışım da kazanmışım. Ağustos, okuma ayı oldu, deniz ayı, huzur ayı. Aklım denizlerde, adalarda, sahillerde kalsa da, sonbahar coşkusu da içimde pırpır. Filmekimi başlayacak, yeni sergiler, konserler, yeni yollar, yeni yürüyüşler, kamplar...


Son günlerde izlediklerim arasında en keyiflendiğim film: En ganske snill mann
(Stellan Skarsgard'i da pek severim ki, filmin baş kahramanı.)

Okuduklarım arasında ise; ilk öykü kitabıyla Sinan Sülün'ün Karahindiba ve Milan Kundera'nın daha önce okuyamadığım romanı Bilmemek.

En nefaset manzara, Palamutbükü'nde denizin altı...

Görüşürüz...