In a Better World

Sonunda izledim. Kuzey Avrupa sinemasını seviyorum. Şiddet üzerine -hele de son festivalde- bir çok film izledim. Şiddetin dünya üzerindeki varoluş nedenleri ister Afrika'da ol, ister Danimarka'da ol aynı.
Hiç sevmem izlemediğim film hakkında bir şeyler öğrenmeyi, ipucu vermeden hemen kesiyorum. Sadece filmden iki diyalog (hoş biri monolog olacak) paylaşarak sonlandırıyorum film hadisesini.

Cristian'ın babası: Onu vurduysan o da sana vuracak, bunun sonu gelmez anlamıyor musun? Savaşlar böyle başlar.
Cristian: Yeterince sert vurursan başlamaz. Bu konuda hiçbir şey bilmiyorsun. Her okulda böyle bana kimse kafa tutamaz artık.

Elias'ın babası: Bazen ölümle aranda bir perde varmış gibi hissedersin, ama sevdiğin ya da yakının olan birini kaybettiğinde o perde kaybolur ve bir an için ölümü net bir şekilde, apaçık görebilirsin. Sonra perde geri gelir ve yaşamaya devam edersin. Ardından herşey tekrar yoluna girer...

Burgazada Sakinleri IV

Burgazada sakinleri serisinin neredeyse sonuna geldik. Diğer ada sakinlerinde görüşmek üzere...

Karga ve martı dostluğu

Aradaki cingöz kediyi şimdi gördüm!


"Bu yer mi kaygan, benim ayaklar mı kayıyor?"

"Garo eşliğinde çok içmişiz be!"


Duvar dibi - gölge serinliği

Boy bende, pos bende!
Gagadaki peynir artıklarına dikkat! Tam yağlı beyaz peynir seviyor haspa.

Beirut Sabahı

Bugün Beirut'un müziğiyle geldim işe, pek özlemişim nedense. Sanırım uzun süredir üst üste albümlerini dinlememiştim. Beirut ile 2007 yılının ilk aylarında tanışmışım, kayıtlarda var. :) Üstüne de grup hakkında şöyle bir laf etmişim: "Coşku ve hüznü aynı bedende yaşatanlara birebir şarkılar yapan, hayatınıza armoni zenginliğiyle hooop diye oturan band."


İlk albümleri Gulag Orkestar'i kaç dinledim o yıllarda bilmiyorum. Gulag sonrası yayınladıkları The Flying Club Cup ve en son March of the Zapotec and Realpeople Holland ile Beirut yerine kanımca iyice sağlamlaştırdı. Bugün sizlere ilk albümlerinden pek sevdiğim bir şarkıyı paylaşacağım: Mount Wroclai (Idle Days)

Yine içinde coğrafyalar geçen bir Beirut şarkısı. Girizgahtaki akordeon, adeta "hikaye başlıyor" diyor. Beyrut yakınlarındaki Wroclai adındaki "tepe"ye güzelleme yapan şarkının sözleri:

and i know when time
will pass by slow
without my heart
what can i do
you're in the halls
the bell gives way to a larger swell
without my heart
what can i do, oh
wroclai

and we grow fat
on the charms of our idle dreary days
seen the shadows grow
see an ominous display
with no alarm
could we say we'd have expected this way
under stars have died
give incent to play
wroclai

Şarkının, gününe göre depresif son sözleri:

Tembel, sıkıntılı günlerimizin cazibesine kapılıp semirdik ve gölgelerin uzayışını gördük.
Hiç uyarısız geldi tekinsiz olaylar, iddia edebilir miyiz böyle olacağını,
tahmin edebileceğimizi yıldızlar ölürken...

Biz Kazandere Kanyonu'nda Kazan Kaldıranlar

Bir pazar sabahı yine İstanbullular uykularındayken, sabahın ilk ışıklarında biz Pozitif Doğa Sporları Grubu mensubu 21 kişi yine çıktık yollara. Bu sefer istikamet İzmit - Yuvacık yakınındaki Serindere gibi Yuvacık Barajı'na su sağlayan derelerden bir diğeri; Kazandere'ydi.


Sabah duraklarımızdan araca bindikten sonra kahvaltı ve öğlen kumanyalarımızı almak için Yuvacık beldesinde ilk molamızı verdik. Burada bizi İzmit Doğa Gezginleri'nden Tansu karşıladı, yürüyüşü onunla beraber yapacaktık. Çaylar içildi, ilk sohbetler yapıldı, öğlen nevaleleri ve sular alındı. Araca tekrar binip, Kazandere Kanyonu'na ulaşmamız 15-20 dakikayı aldı. Son hazırlıklar, kask kontrolleri, çantaları yerleştirme faslı derken, artık tüm ekip soğuk sular için hazırdık.

Efenim, ilk etap sulara neredeyse boyumuz hizasında gömülmek suretinde geçti. Belki de ismine münhasır Kazandere Kanyonu'nun ilk kazanının içinde bulduk kendimizi. İlk kazandan çıkış, kendi adıma biraz 3,5 atarak -  yusuf yusuf şeklinde oldu. Kaymam ve dirseğimi çarpmamla moralim yerlere indi, ki bu tip şartlarda böyle bir sporu yaparken herşeye rağmen insanın morali çok önemlidir. Kaya - çarpa çıktıktan sonra, moralim yükseldi, yusuf yusuflar uçtu gitti. Pek bir keyifliymiş Kazandere Kanyonu, suyu bol, yüzmesi çok. Serindere, Doğançay ya da Sansarak gibi kanyon kıyısından suya girmeden ilerleme şansın da yok. Girecen o suya, yeri geldi mi de soğuktan titreyeceksin. Kıssadan hisse, Kazandere Kanyonu, koridorları, kazanları, dar geçişleriyle adrenalini yüksek bir kanyondu.

Küçük şelaleri aşarak, koridorlardan yüzerek, bol bol ıslanarak, düşerek kalkarak geçtik kanyonu. Birbirimize el verdik, diz verdik, daha da iyi kaynaştık kanyonda. Üst üste birkaç kez beraber yürüdüğün ekip arkadaşların da olunca kanyonda, değmesin kimse keyfimize. Dere içi yürüyüşü sonlandırdığımız yer, eski bir değirmendi. Buğday - mısır öğütmek için kullanılan bir bu değirmenin işleyişini, rehberimiz Muhi ve ekipten  Can sayesinde iyice belledik. Kendi adıma verdikleri bilgiler için teşekkürü borç bilirim.

Değirmenin ardından patika bir çıkışla dereden ayrıldık. Tırmanışın ardından bizi karşılayan erik ağacından kopardığımız ganimetlerle kısa bir mola verdik. Artık Kazandere'yi arkamızda bırakmış, geniş açıyla doğaya bakıyorduk. Yediğimiz erikleri, fındıkları, elmaları, böğürtlenleri anlatıp imrendirmek istemem ama pek lezzetliydiler pek. O kinin gibi, çok ekşi erikler hariç tabii...

Enerjisi yüksek, kahkahası bol Kazandere ekibiyle bir kanyon faaliyeti daha böyle geçti. Yaz bitmeden bir daha kanyona girer miyim bilmiyorum ama bu son haftalar kendi adıma pek bir keyifli geçti. Çürükler ve çizikler kanyon hatırası olarak yerlerini alırken, kanyon dostlukları da pek bir hatırlı olarak bende saklı kaldı.

Kazandere'de kazan kaldırdığımız 20 arkadaşıma sevgilerimle...