Kar

Bekledim de gelmedin...

Ah Ariadne!

Ariadne, Perge antik kentinde bulunan bir lahit kapağında böylece yatar. Şimdi burada Ariadne mitosunu anlatacak değilim ama dileyen hakkında bilgilere kolaylıkla ulaşabilir. Minos Uygarlığı (Girit) ile ilgim, üniversitenin ilk yılında D Grubu ressamlarından Elif Naci'nin torunu Sevgili hocam Prof. Dr. Elif Tül Tulunay sayesinde başladı. Anfide Minos'un labirentini, freskolardaki renkliliği, mimari planları anlatırken sanırım onun kadar benim de gözlerim ışıldardı.

Gelelim Ariadne'ye... (Bak yine insanın anlatası geliyor.) Minos Uygarlığı ile bağlantı bir mitos kahramıdır Ariadne. Aslında hüznün - kederin yansımasıdır ve F. Nietzsche, Klage der Adriane yani Ariadne'nin Yakınması da onu anlatır. Tabii burada besteci Wagner'in hanımı ve Nietzche arasında geçenler filan sözkonusudur ki şimdi burada ölmüşlerin ardından dedikodu yapmayalım.

Ariedne'nin yakınmasında dediği gibi: "Yürek mangalları uzatın bana."


Teneke Oyuncaklar

Bundan birkaç yıl önce Rahmi M. Koç Müzesi'nde hem de Fenerbahçe Vapuru'nun içinde bir sergi vardı: Yalvaç Ural Teneke Oyuncaklar Sergisi

Bugün eski klasörlerde kazı yaparken orada çektiğim fotoğraflarla karşılaştım. Kazıyınca neler çıkıyor benden, he heyt! Sergideki oyuncaklar, 1910-2008 yılları arasında Türkiye, Amerika, Avrupa, Uzak Doğu'da üretilmiş olup, salt oyuncak olarak değil tarihin de tanıkları gibi sergileniyordu. Sanırım geçen yıl da aynı sergi başka mekanda yapılmıştı, tam anımsamıyorum. Tenekeden trenler, arabalar, uçaklar, tekneler, hayvanlar hatta daktiloya kadar muhteşem bir arşivdi. Gıptayla gezmiş, oynatmadıkları için de hüznümü içime gömmüştüm. :)

İşte bu sergiden sizin için seçtiklerim...







              

Tango Pazarı


İstanbul'un gri ve yağmurun hazır beklediği bir Pazar günündeyiz. Hatta ara ara gökyüzünden selam ediyor yağmur. Bendeniz de bugünü kah Sema Moriztz, kah Seyyan Hanım dinleyerek şenlendiriyorum. 1930 yılların ilk tangolarından, Necip Celal Andel şarkılarına, Fehmi Ege Orkestrası'ndan, Şecaattin Tanyerli'ye kadar külliyat yaptım kulağıma. Sonra da  kulağım Efsane kadınların - Cumhuriyet Dönemi kadın müziyenlerinin yankısı olan Sema Moritz'in sesini dinlemek istedi. Son iki albümüne Ekho ismini seçmekle çok haklı, yankı adeta, bir bakıma da müzik kazıcısı.

Şimdi sizlerle Sema Moritz'in  Ekho II'de yer verdiği İstanbul Hatırası şarkısını paylaşmak istiyorum. Şarkı eski, ses buğulu, sözler ise nüktedan...

Taşradan gelmişti adamın biri.
Tamam, benim için yüzülecek ensesi hem kalın bir beydi.

Ama eti butu fazlaca yağlı,
Sanki kalbe ezelden bana bağlı,

Ceplerinde papelleri pek pek çok
Aptaldır şüphem yok

Göğsümü süzdüm, cilveli kırıttım
Sevindi.

Sokuldum yanına dedim: Gezelim.
Olmaz mı güzelim,
O koca kolumu omzuma kol, sual yok.

Kolkola giderken biz girdik bir bara
Sızdırdım cebinden avuçla para

Zavallıya içirdim,
Dünyasından geçirdim.

Yola girmişti bütün benim işler.
Aldırdım elbiseler,
İpekliler hem neler,
Polinor marka son model gramafon plaklar

Sevmişti beni elbet
Yaşadık uzun müddet.
Memlekete gidecekti nihayet.
Bıraktım ben onda.
Çok tatlı bir hatıra.
Aklı kaldı unutulmaz güzel İstanbul'da.


Yolda Yürürken Oynanan Oyunlar

Dün gece aklıma vakt-i zamanımda yollara dair yazdığım bu oyunlar geldi. Ne zamandır yeni oyunlarımı eklememişim, hoş aslında bu geçen sürede pek de yenileri eklenmedi ya. Bu oyunlar hala tarafımdan oynanıyor, mekan, kişi, ruh hali değişimine uygun çeşitlilik kazanıyor. Bakalım bakalım ne menem oyunlarmış bunlar?


Yolda yürürken oynanan oyunlar, yalnız oynanması en keyifli oyunlar topluluğudur. Hem de oynamak için sadece bir yolunuz olması yeterlidir. Benim gibi İstiklal Caddesi gibi bir caddede çalışıyorsanız, oynaması keyifli, sabah saatlerinde zihin açıcı özelliği taşır. Şöyle ki efendim, her sabah aynı saatte gittiğiniz yoldaki karşıdan gelen insanları kaydetmek ve bunlar üzerine fikir yürütüp, ertesi gün görülecek mi, görülecekse nerede? (yani dünden önceki aynı konumda mı, yoksa biraz daha farklı bir konumda mı?) gibi sorularla keyifli bir boğuşma oyunu.

Misal, caddede yürümeye başlanır, dün Halep Pasajı mevkiinde kaydettiğimiz, üzerindekilerden yeşil rengi sevdiği belli, muhtemelen çevredeki bankalarda çalışacak kıvamdaki, takımlı ablayı, Fransız konsolosluğu mevkiinde gördüysek ya o erkencidir bugün, ya biz geç kalmışızdır. Hemen bunun muhasebesi yapılır önce. Üzerinde spor bir kıyafet olduğundan dün biçtiğiniz meslek bugün geçerliliğini kaybeder. (Hani bankacı demiştik.) bu kaydettiklerimiz birikir birikir, artık aynı saatlerde karşılıklı yol aldığınız insanlara belli sıfatlar tanımlar, belli özelliklerini algılamaya başlarsınız. Keyiflidir ama her gün yapılmaması sanki daha iyi olur, çünkü yorucu bir meşgaledir. Gözlem, gözlerinizi açar ve yanında hayal gücünüzü genişletmek de paha biçilemez.

Yalnız ya da bir dostunuzla oynanması çok keyifli olan bu anlatacağım yeni oyun için, öncelikle yılların yol ve oyun arkadaşı Evrim'e bir selam etmek isterim. Kendisiyle bu oyununu epey yollarda oynamış, oyunun yıldızları olmuştuk. Bu oyunumuzun da kuralları çok basit. Yolda yürürken, karşınızdan gelenlerin gözlerinin içine bakmak ve hatta gözlerinin içine bakarak gülümsemek!


 Eğer bu oyunu oynarken çocuk yaşlarınızdaysanız; karşıdan gelen kişi başınızı okşayabilir, şirin şirin gülümseyebilir ya da "arkamdakine mi gülüyor bu çocuk acaba?" gibilerinden arkaya bakış atabilir.Yetişkinseniz, bu oyunu oynayacağınız oyun arkadaşınızı doğru seçmenizde fayda vardır. Yaşlılar ayrı ayrı tepki verir; kalakalır bazıları, bazıları gülümser, "sen kimin çocuğusun?"a varana değin gider bu. Yaşıt bir karşı cinsse eğer "ay bu bana mı bakıyor ne" kızarması belirir yüzünde, ya da donakalır, çevirir gözlerini gözlerinizden. Hem cinsinizse eğer, kaşlarını çatması en çok görülen mimiktir. Eğer o gün keyifli bir gülüş, samimi bir bakış yakaladıysanız, o günün galibi sizsinizdir.

Bu oyunları oynarken bir yığın yüz, ifade, mimik yakalarsınız, bu yakaladıklarınızı bir gün belki de bir yerlere taşırsınız. Benden söylemesi, ben yaptım, biliyorum. Orhan Veli de yapmış anlaşılan...

Sokakta giderken, kendi kendime
gülümsediğimin farkına vardığım zaman
beni deli zannedeceklerini düşünüp
gülümsüyorum.

Uyku Tutmayınca

Olmuş saat sabahın beşi, hypnos almamış koynuna beni. Bu nedenle de aklımdakilerin en azından bir nebzesini buraya aktarayım istedim, varsın sonradan silebilecek olayım.

Şu aralar tek beklentim bahar aylarının başlaması, günlerin uzaması akabinde işten çıktığımda karanlık olmaması.  İş - ev arası sokaklarda daha çok vakit geçirmek, daha çok şey görüp hafızada kayıt altına almak.

Bir diğer beklentim de Harun'un -Behzat Ç. izleyenler bilir- dediği gibi birinin karşısına geçip: "Ben senin için sabahtan akşama kadar past continuous tense çalıştım." demek. Ve hatta bununla da kalmayıp üstüne "ben senin için past perfect continuous tense bile çalıştım." diyebilmek. Şaka bir yana şu had beengilleri hiç sevememişimdir hani. Lakin nefretimin üstüne gidip bugünden itibaren çalışmaya başlıyorum. Belki de bakarsınız, biraz daha ilerletip blogu da İngilizce yazarım.

Bu yazımızın da bir görseli olsun istedim, bunun için eski klasörlerin tozunu aldım. İşte vakt-i zamanında Rahmi Koç Müzesi'nde böyle alık alık havalara bakarken çekilen bu fotoğrafı buldum ve bu yazıya uygun gördüm. Fotoğraf ile bu yazının bağlantısı ne demeyin, otobüse bakın ve aşağıdaki şarkıyı dinleyin.

Bu şarkı arkadaşım Can için geliyor. Profesör Can, sen mi bize hep şarkı öğreteceksin?


İşte bu nadide şarkı Seinfeld'i de çok etkilemiş.
Onun sesinden dinliyoruz: The Wheels on the Bus


The wheels on the bus go
round and round
round and round
round and round
the wheels on the bus go
round and round
all day long...

İstanbul Arkeoloji Müzesi Kedileri II

 İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kedilerine devam. Kendisinden dinleyin zibidiliğini...

Ben uyudum mu...
Heykelin en tepesinde uyurum.
Heykel dediysek, Roma Dönemi'nden de öteye gidemem hani.

Yürümek

Son günlerde durmaktan öyle sıkıldım ki, uzun uzun yürümeyi çok özledim.Yürümek, yaşamak benim için, ondandır ki şu aralar yaşamıyor gibiyim.
Az kaldı ama, şu sağlığıma bir kavuşayım, yollara devam.

Ayrıntılar


Bu gece ilk kez Bülent Ortaçgil'in son albümü Sen'i dinledim. (Son albüm derken epey komiğime gitti, yıllardır cepten yiyordu değil mi?) Albümdeki "Ayrıntılar" şarkısına takıldım, sözler, beste, yaylılar şu anda ruhumu yeterince doyurdu diyebilirim. Yarın ne derim bilmiyorum, ama şu kesin ki ben Fikret Kızılok'u hep daha çok sevdim. Huzur içinde uyusun.

"...yaşadık ve öğrendik
her şey birbirinin içinde
taşırım hala ayrıntıları içimde."


İstanbul Arkeoloji Müzesi Kedileri I


Başlıktan da belli olduğu gibi İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kedilerinden bir seçki yapmaya karar verdim. Kedilerimizin ilki erkek suratlı ürkek kedi. Kendisi diğer binadaki tuvaletlerin önünde bu halde çıktı karşıma,  üzeri örtülü mezar stelinin tepesine tünemişti. Öyle ayarsız çektim ki, ürkek kedi ha fırladı ha fırlayacaktı. Neyse ki, bu başlığımızın ilk kedisi oldu: Erkek suratlı ürkek müze kedisi.


Lhasa de Sela


Bu gece Lhasa'nın gecesi. Müziğiyle hikayeler yazan, hikayeleriyle müzik yapan kadının.

Lhasa'nın ölüm haberini aldığım an dün gibi, Mete'den gelen mail, maildeki linki açmam, gözyaşlarımı tutamam. Tam bir yıl olmuş. Son 5-6 yıldır kendisini epey dinler, Sepetçiler Kasrı'ndaki konserine gidemediğim için kendime her defasında kızar dururdum. Bu yaz yeni albümü Rising ile turneye çıkar da, Caz Festivali'nde müziğinin hikayelerinde bizi yolculuğa çıkarır diye düşlerken, aniden sevenlerinin yüreğine karlar yağdı. Tıpkı ölümünden sonra Montreal'de 40 saat kesintisiz yağan kar gibi...

Daha önce de dedim, ben bu 2010 yılını hiç sevmedim, hem de hiç.

Taksim Meydanı'nın Demirbaşı

Kendisini takriben 2,5 yıldır tanıyorum. Siz de kendisini Taksim Meydanı'nda, The Marmara Oteli etrafında, İstiklal Caddesi girişinde, AKM önünde; yatarken, koşarken, melül melül bakarken, cin gibi kulaklarını dikerken görebilirsiniz. Hatta ben kendisi televizyonda 2009 yılındaki 1 Mayıs etkinliklerinde insanların arasında yürürken dahi gördüm. Öyle de meşhur bir köpek kendisi.


Geçenlerde arkadaşım Eda (O da sokak köpeklerinin dostudur.) çöp toplayan temizlik işçilerinin kendisine isim taktığını duymuş, seslenip oynuyorlarmış: "Gülkız gel, Gülkız zıpla" diye...


Bu sabah Fransız Konsolosluğu duvarının dibinde etrafa merakla bakıyordu, sonunda Gülkız'ın fotoğrafını çekebildim. İşte Gülkızımız!

Sunny Road


Acil bana mutluluk veren şarkılardan birine ihtiyacım vardı, güneşli bir yola. Alıp şarkıyı içinize sokup; yürümek sadece yürümek istenilen şarkılardan Sunny Road, "I'm running out of space" diyor ne ala, pek bir ala. Emiliana Torrini'nin hisli sesinden gelsin...


İstiklal Caddesi'nin saati artık yok!

Uzun yıllardır kol saati kullanmıyorum, saate bakmak için cep telefonunu çantamdan çıkartıp bakmaya da hep üşenirim. Bundan dolayı saat kulelerini, meydanlardaki saatleri çok severim. Her sabah İstiklal caddesini boydan boya yürüyerek işe ulaşıyorum, bunun dönüşü de var tabii. İstiklal Caddesi’nde Güngenci Saatçilik’in atölyesinin bulunduğu İmam Adnan Sokak’ın köşesindeki benim mihenk taşım saat, biricik saat bana zamanı göstermede yardımcı oluyordu. İşte bir sabah işe giderken yine kafamı kaldırıp baktığımda Güngenci Saat artık yoktu, saatin ortasında yazan Since 1864 de. Yıllardır selam verdiğim saatin oradan kaldırılması neredeyse tarihi bir eserin tahrip olmasını görmek kadar üzdü beni. Çok mu duygusalım bilmiyorum ama aylar oldu o saat kalkalı, hala alışamadım, sanki tekrar yerleştirilecek diye oradan geçerken kafam yukarıda yokluyorum. Neyse ki, bir sabah işe giderken canoncanım yanımdaydı da çekebilmişim bu saati.

Güngenci Saatçilik taşınmış. Sitelerinden anladığım kadarıyla artık Nişantaşı’nda, umarım oraya da saatlerini yerleştirebilmişlerdir. Güngenci ailesi 145 yıldır saat tamiri, imalatı ve satışı ile uğraşmakta, kuşaktan kuşağa uzanan saatçilik geçmişleriyle şu an sanırım 5. kuşak bu iş ile ilgilenmekte.

Son söz, İstiklal’in biriciği, zamanımın görünen yüzü Güngenci Ailesi saatini özlüyorum.

The Good Heart



Cumartesi günü uzun süredir bekleyen Dagur Kari'nin  The Good Heart adlı son filmini izledim. Noi the Albino ve Dark House filmleriyle sevdiğim İzlandalı yönetmeni, bu filmiyle daha da sevdim diyebilirim.


İronik yaklaşımları, "Brokoli, osuruğun maddeleşmiş halidir." gibi mizahı, "ağır" diyalogları ve naif göndermelerinin yanında, iyi oyunculuklarla da film başarıya ulaşmış. Hikaye, beş kez kalp krizi geçiren huysuz ihtiyar bar sahibi. Jacques ve evsiz Lucas'ın hastanede oda arkadaşı olmalarıyla başlar. Lucas'ın Jacques'in "zorunlu" öğrencisi olmasıyla, kimin öğretmen kimin öğrenci olduğu, yüreğin iyisinin kimde olacağının yanıtlarıyla küçük insanların küçük dünyasında yol alır. Yüreğinizi koruyun, her an her şey olabilir, katılaşabilir ya da...


Çırağan'a Dokunma!

Yine yeni yeniden Çırağan'da katliam yapılmak isteniyor. Biz Çırağan Semti Sankinleri olarak buna karşıyız!

İstanbul’un tarihi semti Kuzguncuk’un simgelerinden biri olan şiirlere konu olmuş  700 yıllık İllia’nın Bostanı’nı ihale ile beton yığını yapmak isteyen Vakıflar Genel Müdürlüğü, şimdi de elini Çırağan semtimize attı.

Beşiktaş, Yıldız Mahallesi, Yeşil Fıstık Sokak Pafta: 62, Ada: 250, Parsel: 1’deki 988 m2’lik yeşil alana sahip tarihi Fıstıklık Meydanı, kat karşılığı inşaat yapımı için İstanbul Beşiktaş Belediyesi’nin de onayıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğünce 11.01.2011 tarihinde ihaleye çıkarılıyor.

Biz semt sakinleri, apartmanlarımızın arasında kalabilen nadir yeşil alanlardan biri olan, yaklaşık bir asırdır toplum sağlığı için korunan, bir yudum nefes alabildiğimiz, son deprem felaketinde sığındığımız, asırlık ağaçları ve tarihi çeşmesiyle huzur kaynağımız olan bu yerin yeşil alan olarak korunmasını istiyoruz.


Tarihi geçmişi, kent içindeki konumu, dokusu, içinde barındırdığı görkemli tarihi saraylar, yapılar ve doğal değerler açısından korunması gereken son derece önemli bir kent parçası olan Çırağan semtimize böylesine acımasızca bir doğa ve tarih katliamının yapılmayacağı inancımızı koruyoruz.

İstanbul’un doğal yapısına ve güzide semtimize sonuna kadar sahip çıkacağımızı tüm kamuoyuna bildiriyoruz.


Saygılarımızla,
Çırağan semti sakinleri 



Asurlular İstanbul'da mı?

Bugün, geçenlerde sözününü ettiğim özlemimi gidermek için Tarihi Yarımada dolaylarındaydım. Sebeb-i ziyaretimin nedeni Aya İrini'de 28 Aralık günü açılış kokteyli yapılan "Asurlular İstanbul'da" sergisini görmekti. Lakin göremedim. Neden mi? Çünkü 29 Aralık tarihinde açılacak sergi yetişmemiş, ancak 5 ya da 6 Ocak günü açılacakmış. Tüm basın organlarında söylenilen tarih yanlış. Şaka gibi. Yine İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı muhteşem bir işi eline gözüne bulaştırmış. Tabii sitelerinde serginin İstanbullularla buluştuğunu yazmışlar da, hangi İstanbullu, kokteyle gelenler mi?


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı etkinlikleri kapsamında düzenlenen bu sergide MÖ 2. binyılında, Kaniş Krallığı’nın merkezi ve Anadolu’daki Asur Ticaret Kolonileri sisteminin başşehri olan, Kayseri’nin hemen 20 km kuzeydoğusundaki Kültepe'de 1948 yılından beri yürütülen kazı çalışmalarıyla günışığına çıkartılan eserler ‘Asurlular İstanbul’da’ isimli sergi ile İstanbullularla buluştu.