Monet’nin Bahçesinde Gezerken...

İzlenimciliğin babası Claude Monet'nin eserlerinden bir kısmı şehrimize gelir de biz "Hoşgeldin"e gitmez miyiz? Pek tabii koşarak gittik Sakıp Sabancı Müzesi'ne: Monet’nin Bahçesi'nde  nilüferlere, zambaklara, salkım söğütlere, Japon bahçesine ve ışığın raksına daldık.

Sergi kartonetindeki Monet'in paletinde bir güzel!

(Sergi genelinde fotoğraf çekmek malum yasak, bunun dışındaki fotoğraflar Marmottan Monet Museum'dan alınmıştır.) 
Blogumda yapmayı uygun bulmadığım bir yerlerden copy paste Monet hakkında bilgiler tabii ki okutmayacağım size. Ben öyle yazılar görünce imtinayla kaçıyorum, konu hakkında web üzerinde bilumum didaktik site varken alın teri olmayan blog yazılarını tasvip etmediğimi de bu vesileyle söylemiş oldum ve  rahatladım sanki :)

Sergi hakkında baştan şunu söylemekte yarar var. Monet'in tüm eserlerini görmeyi ummayın. Bu sergi Monet'in geç dönemi eserlerini özellikle de Giverny Bahçesi adıyla anılan Marmottan Monet Müzesi'ndeki eserlerinden oluşuyor.

Monet'in ressamlığı kadar bahçıvanlık konusunda da uzman olduğunu biliyor muydunuz? Ben, kesinlikle bu kadarını bilmiyordum. Önce bahçesini tasarlıyor, ekiyor, biçiyor ve son resmediyor. "Ne hayat ama" dediğinizi duyar gibiyim...

Nilüferler
Bahçe dediysem, salt toprağa ekilen çiçek bahçesini düşünmeyin. Önce çiçek bahçesiyle uğraşıyor ardından da su bahçesiyle. Hani o naif nilüfer resimlerinin esin kaynağı...

Monet'in bir zamanlar  boyalarını karıştırdığı resim paleti (üzerinde boya kalıntılarıyla), kendine has gözlüğü ve piposu da serginin girişinde bizlere "Ben buradayım" diyor adeta.

Beni sergide en etkileyen bölüm salkımsöğütleri resmettiği yaşlılık dönemi eserleriydi. En yakın dostlarını  üst üste kaybetmiş, biricik eşinin ölümüyle iyice yasa boğulmuş, bunlar da yetmezmiş gibi 1. Dünya Savaşı ve ardından oğlunun kaybı derken iyice yalnızlaşmış. Katarakt vb. hastalıklarla kötüye giden Monet'in sağlığı yaşının da ilerlemesiyle resimlere daha da hüzün yerleştirmiş. Renklerdeki kontrastlar, sarı - kahverengi tonları  ve salkım söğütlerin boyunlarının bükmüşlüğü yaşamın acılı tarafını hissettiriyordu.

Salkım söğüt

Güllü Yol
Sergi için söylemeden edemeyeceğim bir şey de, serginin yeri. Sabancı Müzesi'nin bahçesinin güzelliği dillere destanken, muhtemelen sergi için daha da özen gösterilmişken (bahçe havuzlarındaki nilüferlere dikkat) İstanbul'da bu sergi bence başka bir yerde bu kadar güzel sergilenemezdi diye düşünüyorum. Emeği geçen herkesin (özellikle de bahçıvanların) eline sağlık! Sergiye girmeden o bahçeden geçerek başlayan Monet esintisi, sergiden sonra bahçe çıkışına kadar sizin ruhunuzu yeşillendiriyor.

Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş
Bu yazıyla sergiyi ne kadar imrendirebildim bilemiyorum ama bahçenin büyüsüne dalmak için 6 Ocak 2013'e kadar zamanınız olduğunu ve zamanın hızla aktığını ben yine de hatırlatayım :)

Uykucular


Sokakları severim, hele insansız olanları daha çok severim. Tatil bu ya, tenha bulduğum sokaklara attım kendimi. Eğer meraklı bir tipseniz, o sokaklarda ne çok ayrıntı görüyorsunuz siz tahmin edin. Pek tabii, sokakların olmazsa olmazı patili dostlarım... Köpeğim Charlie Chaplin'den  emanet hepsi, pek severdi kendi de sokaktaki arkadaşlarını, az kediden de pati yemedi bu sıcak oyunbaz yaklaşımlarıyla. Hala burnumda kokusu, çok özlüyorum, çok...

Öğlen birası da hep uyku yapıyor...

Günler güzel geçiyor, bu tatil hepimize iyi geldi diye umut ediyorum. Hoş, daha dolu dolu iki gün varken, neler yapılmaz ki diye listeler yapılırken, yetmiyor günler, saatler. Saat demişken hadi iyiyiz yine, bugün hepimize 25 saat!

Yastıksız asla uyuyamam!

Şu canım tatil günlerinde şunu farkettim, kendimle başbaşa kalmayı çok özlemişim. Bunu diyorum ama bakmayın, belli olduğu üzere sosyal, dostlarına zaman yaratmaktan gayet mutlu, sevdiği insanları sarmalayan biriyimdir. Ama benim dediğim o değil, hani kendini, yaşamını, hayallerini, kendine verdiğin sözleri, tartıp biçmelerin yaşandığı o anlar vardır ya işte onlar burada ifade etmeye çalıştığım. İnsanın mukavemet edilemez   akıl - fikir hesaplaşması belki de... İyi, gayet iyi.

Kimse dokunmasın bize...

Son günlerde gezdiğim, gördüğüm sergilere, müzelere (bugün de var) başka yazıda yer vermek ümidiyle derken hepimize kendimizi dinlediğimiz daha geniş zamanlar dilerim. Siz bakmayın bu uykuculara...

Bir gün belki...


"Ve belki bir gün buluşacağız, başka yönlerden gelip..."
Yannis Ritsos




Jon and Roy

Sakinlik ve akustik mi dediniz? O zaman Kanadalı Jon and Roy ile tanışın...
Onlar hakkında bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Oyun oynar mısınız?

Güzel şeyler oluyor, kötü şeyler de. Olanca kötü şeyin arasında, aklımıza mukayyet olmak gün geçtikçe zorlaşıyor, bunu biliyorum. Ama karamsar bakmanın ve peşi sıra yaşamanın da, ne kendimize ne de yaşam bahçemize bir faydası olduğunu da düşünmüyorum. Aslında dipte olmak ne kadar afilli görünse de (evet edebiyata da pek yakışır) en kolayıdır aslında. Kesinlikle ahkam kesmek değil amacım, gayem az önce not defterime düşen düşünce balonlarını buraya da geçirmek.

Ne diyordum, dip diyordum evet... Size çocukluğumdan beri yaptığım, ara ara yapacak takatim hiç kalmasa da yapmak için çaba gösterdiğim küçük oyunumdan bahsedeyim. Bu güzide oyunum hangi ara çıktı çok anımsamıyorum ama iyi ki de çıkmış diyorum, acılar erken katmerlenince oyunbaz mı oluyor insan ne... 
İşte oyunun kuralsız kuralları:

Son gezentiliğimde 71 yaşındaki Malezyalı bir amca ve kızıyla tanıştım, aynı yerde kalmamız dışında sanırım hayata bakışımızın da denk olması sohbetlerimizi koyulaştırdı. Amca'nın beni bugün Facebook üzerinden arkadaş olarak eklemesi ve hala tatlı bir iletişimde olmamız, Kapadokya'da yaptığımız sohbetler ve içtenlikle anlattığı Tai chi felsefesi ve hareketlerinin bana verdiği mutluluğa 10 puan veriyorum misal.

Yollarda köpek - kedi gördüm mü, hele de bakışıp koklaştım mı, iyi olduklarına inandım mı; ver oradan da bir 10 puan!

Festival zamanı mı, peşinen yaz 10 puanı! İzlediğin her iyi filme de çek 2 puan, çarp film sayısına, etti mi sana 20-30 puan!

Yeşil mi gördün, ağaç mı sevdin, dalından mevye mi yedin, yoksa doğada mısın? 10 puan kondu bile başına!

Dostların mı var? Ohoo o, senin sırtın yere gelmez koçum, sev - kolla onları, değerlerini gani gani bil. Al bir tane daha 10 puan!

Kahkaha mı attın, sağlığın yerinde herhangi bir yerinde ürtiker vs çıkmadı mı, cildiyeci amcalar - teyzelere uzak mısın, bademciliklerin bomba olmadı, faranjitin azmadı mı? İşte 20 puan da buna...

Keyiften 4 bin köşe olduğun müzikli, incelikli, renkli bir sohbete mi daldın; oradan da çek bir 10 puan!

Sevdiğin insanlar -canlılar- sağlıklı mı? Hallice mutlular ve elzem sıkıntıları yok mu, 10 puan, ta ta ta tam!

Uzaklardan  kardeşin gelip, senin gözlerine - gönlüne sözleriyle değerler biçip güzellikler mi kattı, tak koluna 10 puanı daha...

Az önce Knut Hamsun ve masalcı Andersen'den "İstanbul'da İki İskandinav Seyyah"ı okurken yolculuğa çıkmanın yaşamak olduğunu bir kez daha anladığında da yine bir 10 puan daha sana...

Bak ne kadar puanın oldu değil mi? Yaz yaz, say say bitmez bu puanlar! Gerisini de koy ver gitsin zaten...



30 Eylül 2012 Ölüm Yasasına Hayır Yürüyüşü

Dün, on binlercemiz patili dostları için yürüdü! Kalabalık ve gençlik umutluydu, umutlandırıcıydı...


Benim görevim de büyüktü, ben iki kişilik yürüdüm. Dostum, rahatsızlığından gelemedi (hoş tutmasak gelecekti de) gelseydi de zaten yürüyemezdi, biliyorum evde içi gitti ama o da kalpten desteklerini kat be kat gönderdi. Onun için de alkış tuttum ve yürüdüm, şahitlerim var görevimi iyi yaptım, işte ödevim olan pankart fotoğrafları da burada.

Son söz: Ölüm Yasasına Hayır!