Ben Her Bahar Aşık Olurum

Başlıktan bir heyecan yapayım dedim ama cümlenin nesnesi görsellerden gayet belli oluyor sanırım. Efenim, bu tabiat ana ne kadar da biz insanoğlu tarafından ihanete uğrasa da, yeniden küllerinden doğuyor. Biliyorum Polyanna'yım ama bazen öyle olmak bu ayrıntılardan teğet geçmemek için gerekli.

Yunan Mitolojisi'nde Gaia, Roma Mitolojisi'nde Terra yani bizim toprak ana, tam da şu zamanlarda yine küllerinden doğuyor. Sakın bu filmi kaçırmayın!

Rumeli Hisarı'nda Bir Güzel


Trekking'den Başka Bir Güzel

Çubuk Gölü'nden Sülüklü Göl'e

Bu pazar günü de yürüdüm. Geçen haftadan kalan tonsilit ve faranjit dahi doğa ve yürüme tutkuma engel olamadı. He heyt diyorum burada kendime.

Üyesi olduğum Anadolu Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü'nün bir etkinliği olan bu yürüyüşte Çubuk Gölü - Sünnet Gölü geçişi olan takriben 16 km. rotamızdı. Sabah, saatlerin ileri alınmasındaki kargaşa nedeniyle aracın bizleri aldığı duraklarda yer yer gecikmeler ve takriben 1 saat erken gelmeler olsa da sonunda toparlandık ve sonunda İzmit yollarına verdik kendimizi.

 
İlk durak, kahvaltı molası verdiğimiz geçen hafta da uğradığımız İzmit Körfez'de bir yol üstü işletmesiydi. Ekipten çorbacı tayfasının arasında espri konusu olan işletmenin fiyatlandırması yine dilimize pelesenk oldu. Şöyle ki, işletme çorbayı 3.5 liradan satıyor ama 50 kuruş da ekmek parası alıyor. Böylelikle çorbaya 4 lira ödemiş oluyorsunuz. 50 kuruş demişken, bir dilim ekmeğin de, 5 dilim ekmeğin de fiyatı olduğunu es geçmemek lazım. Bildiğin küver parası alıyorlar anlayacağınız. Çorbacı tayfası olarak genel düşüncemiz de, bu hafta çorbalara fazlaca su katılmış olmasıydı. :)
Kahvaltı molasından sonra yine yollara vurduk kendimizi. Yürüyüş rotamızın başlayacağı Çubuk Gölü'nden önce yine kısa bir mola verdik. Bu sefer alışveriş (azık - su) ve ihtiyaç molası için Göynük ilçesindeydik. Göynük, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluş Dönemi'nden itibaren varolmuş şirin bir yerleşim. 1330'larda yapılmış külliye ve hamam mimarisiyle ilginç. 1923 yılında Cumhuriyet'in ilanı ile yapılan Zafer Kulesi'de tepede göz dolduruyor. Bizim pek alışverişimizin olmadığından Haldun Abi'yle beraber etrafa daha detaylı bakabildik. Mola biterken, tam da araca binerken Göynük Teyzesi ile sohbet de bu molaya ayrı bir güzellik kattı ki, yanda kendisini görebilirsiniz.

Neyse efenim, Göynük'den sonra ver elini Çubuk Köyü. Çubuk Köyü, Çubuk Gölü'ne ismini veren (ya da tam tersi sanki daha doğru) gölün kıyısında, bana ilk bakışta pek bir huzurlu gelen bir yerleşim. Son hazırlıklar yapıldıktan sonra, rehberimizin önderliğinde yine pazar pazar doğaya kendini atmış 27 kişi öğlen 12:00 sularında başladık adımlara...
Sadece 27 kişi mi? Çubuk Köyü'nde peşimize takılan takriben 5-6 aylık küçümen ve olgun köpekle beraber.


Rehberimizin, söylediği üzere 1.050 metrelerde başladığımız yürüşte ilk etap tırmanıştı, kaç dakikada çıktık bilmiyorum ama 1.500 metrelerde soluğumuz hafiften kesilirken artık tepeyi görmüştük. Salt tepe değil elbet, son kalan karları da. Bir yanda baharın habercisi çorak topraktan fırlayan çiçekler, bir yanda da dizimize kadar battığımız kar. İşte böyle sürprizlerle daha da şenleniyor bu yürüyüşler. Karlara bata çıka ilerlerken, bize yolun başında katılan patili dostlar da bizimle emin adımlarla ilerliyordu ki, kendi adıma ben bundan çok mutlu oldum. Etrafımda köpek olunca daha bir mutlu oluyorum, tecrübeyle sabittir efeninim.



Nerede kalmıştık? Battıkça batıyorduk karlara sonra inişe geçtik efenim. Karlar yerini yine bahar dallarına bırakmıştı. Arkamızdaki tepelerde karlar, hedefimiz Davlumbaz Yaylası derken, rehberimizden gelen yemek molası nidalı gong sesiyle hepimiz attık kendimizi çayıra. Birkaç arkadaşımızla yemek dışında bir görevimiz vardı, geçtiğimiz günlerde yeni yaşına giren sevgili rehberimize bu doğa şartlarında pasta üfletmek. Pasta yapımı organizasyonu konusunda üstün başarı gösteren Bekir arkadaşıma burada şapka çıkartmanın tam da yeridir diye düşünüyorum, ne yalan söyleyeyim, ben çok ümitsizdim. Çaylar içildi, kahveler hüpletildi, homini gırtlak derken pasta paylaşıldı. Eh tabii, bizimle beraber onca yolu yürüyen köpeciklere yemek verildi ve her mola gibi bu da erken bitti.

Pek bir heybetli Davlumbaz Yaylası'nı geçerken şen şakrak sohbetler edildi. Fotoğraf meraklıları diyafram/enstantane ayarlarına daldı, köpekler karları yiyerek kendilerine su sağladı ve uzaktan aşağıda Sülüklü Göl ne de güzel göründü. Biraz ilerleyince şık açıdan ekip fotoğrafı çekildi, kısa bir manzara molası verildi, hatıra fotoğrafları için deklanşörlere basıldı.

Sülüklü Göl'ü gördükten sonra inişe geçildi, istikamet gölün kenarı! Dizlere kuvvet, tıngır mıngır indik Sülüklü Göl'e. Bu arada gölde uzun yıllardır sülük yok, adı kalmış yadigar. Vakti zamanında üremeleri amaç edilerek göle bırakılan tatlı su balıkları ekosisteme zarar vermiş ve sonunda da sülükler tamamen yok olmuş. 




Sülüklü Göl'den ayrılırken artık aracımıza ulaşmak için çok yolumuz kalmamıştı. Geçen haftalardan idmanlı olanlar için kısa bir parkurdu. Saat 17:00 gibi köpekler önden biz arkadan aracımıza ulaştığımızda artık bu güzel günün sonlandığının ayırdına varmıştım. Köpeciklere de veda ettikten sonra, "her güzel şey gibi, bu da çabuk bitti" dedim içimden.

Bu parkurda beraber yürüdüğüm yol arkadaşlarıma ve rehberime teşekkür eder, bir süre bensiz yürüyecekleri önümüzdeki haftalarda şimdiden keyifli yol almalar dilerim. 



Çırağan'ın Köpekleri

Çırağan'ın en kadim dostlarını bir arada görünce fotoğraflarını çekmeden edemedim. Biri otopark güzeli kızımız, kendisinin küçüklüğü biliriz. Uykulu olan ve boz irice olan süper ikili. Bonnie and Clyde mübarek. Hep ikisi dolaşır, yemek yer,  uyur. En arkadaki ise, mahallenin eskilerinden, yıllardır buralarda.

Bu ekibin, mahalle kasabından sabah kemiklerini aldığındaki neşelerini izlemek çok keyifli. Hepsini seviyor, yine bugün de beraber yokuşu çıkmayı iple çekiyorum.




Aşiyan'da Orhan Veli ile Misafiri

Cumartesi günü, trekking ekibinden arkadaşlarımla yaptığım Boğaz yürüyüşünde bu manzara gözüme takıldı. Gençten bir delikanlı, Aşiyan'da yaslanmış Orhan Veli'ye, gülüyor da gülüyor. Sahilden yürürken öyle neşeli geldi ki bu kadraj, bloga da eklemeden edemedim. Martımız tepeden izliyor merakla izliyor ikisini.
"Beni bu güzel havalar mahvetti" diyerek el sallarım...

Frida Kahlo & Diego Rivera

Sen burnunun dibindeki sergiye aylardır gitme, serginin son gününden bir gün öncesi, bir cumartesi git. "Müstahaktır sana" diyorum kendime. Güneşli bir cumartesi İstiklal Caddesi'nin kalabalığına dalmak, sergide bir resme bakmak için dakikalarca beklemek... Hepsi bana müstahak!




Zeugma - Euphrates

Euphrates... Zeugma... Çok özledim o toprakları, özledim çapayı malayı.
Belki bir gün...

Anne Köpek

Biricik dostum Charlie Chaplin'i kaybettikten sonra daha düşkün oldum sokak köpeklerine. Hani beni bilenler bilir, her gün bir köpekle sokakta laflar, severim. Bloga koysam hepsini İstanbul'un sokak köpekleri külliyatı çıkar mı çıkar. Sabah tam da işe gelirken mahallemizin otopark görevlisi köpeği Sera'nın doğum haberini verdi. Herhangi bir motorlu aracım olmamasına rağmen otopark sahibiyle iletişimimiz köpekler üzerine olmuştur. Kendisi de hayvanları çok seviyor, hatta mahalledekilere bakıyor, kısırlaştırıyor vs.

Sera, takriben 2 ay önce kendisine geldi. Uysal mı uysal bir Golden Retriever melezi. Sabah, 5 gibi başlayan doğumla beraber 4 yavrulu bir anne oldu. Yavruların hepsi gayet sağlıklı ve simsiyah. :) Babasının kim olduğu bilinmemekle beraber, bebelerin büyümesiyle babanın en azından cinsinin anlaşılacağını umuyoruz. :)

İşte böyle, dünya olanca hızıyla dönmeye devam ediyor, bazıları "merhaba" derken, bazıları da "hoşçakal" diyor...


Saat: 20:30

Eve dönerken Sera'ya hediyesini vermek için uğradım ve... Sabah bıraktığımda 4 olan yavru sayısı, 8 olmuş. Sera, çok yorgun ve bitkin, bebeler annelerinin memelerini emme telaşesindeydi. Şansları bol olsun!



 



Serindere Kanyonu'na Tepeden Bakış

20 Mart Pazar günü, İstanbul'un çoğu sıcak yataklarında uyurken 20 doğa delisi yine çıktık yollara.

 
06:30'da Bakırköy'den başlayan yolculuk, Tuzla'dan aldığımız son arkadaşla İstanbul ayağını tamamlamış oldu. Bu etkinliklerde en sevmediğim hadise bu yolculuklar, benim doğaya hemen kavuşma aceleciliğimden midir nedir, hiç bitmiyor sanki. İlk molada çorbaya, ikinci molada da Yuvacık semalarında çaya doyduk adeta. Üçüncü mola yemesiz - içmesiz (!) sisler izin verdiğince manzara keyfi yaptığımız Samanlı Dağları mevkiindeydi. Sonra başladı virajlı yollar, bir sağa bir sola gide gele midemin feleği şaştı resmen. Yukarıya çıktıkça sisler iyiden iyi kendini gösterdi, bir süre sonra aracımızın çıkamayacağı gerçeğiyle indik asfalta. Son hazırlıklar yapıldı ve ilk adımlar başladı. Normal rotamızdan önce başladık yürümeye, ne kadar asfaltta yürüdük anımsamıyorum ama rehberimden bu konuda bir yorum bekliyorum burada. :)


Asfaltta ilk kilometreler hep yokuştu, solda Kartepe dönüşü çıktı karşımıza biraz ileride de Pazarçayırı tabelası. İlk basamağı çıkmanın heyecanıyla tüm ekip tabela önü hatıra fotoğrafı çektirdi. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. İyi koştum yine bu yürüyüşte de, ekibi bir arkadan bir önden çekeceğim diye koştur babam koştur. Biri beni durdursun! :)

Sisler Bulvarı'nda da, asfalt yolda da yürüseniz karşınıza harika ayrıntılar çıkabiliyor. Yeter ki siz görün!  Bence bu yürüyüşte sol cenahta gördüğümüz kardelenler bunun en güzel kanıtıydı.

Biraz da ekipten bahsedeyim sizlere, bu pazar ekibimizin bir çoğuyla daha önce en az bir kez yürümüştüm. Bundan dolayı gayet tanışık ortamı ortaya çıktı benim açımdan. Yürürken 2-3 kelamla yürümeyi taçlandırdığım dostlarımla yürümek, benim gibi bir ehlikeyif için kahvenin telvesi oluyor. Bu satırlarda kendilerine teşekkür eder, ayaklarına sağlık demeyi uygun görürüm.


Gelelim rotanın devamına, hep asfaltta yürümedik ya, öğlen molasına gelmeden çıkmıştık toprak yola. Yer yer son kalan karların üstünden, yer yer çamurların içinden yürüdük. Rehberimizin uygun gördüğü yamaçta mola verdik ve herkes çıkardı nevalesini. Bazılarımız çiçek toplama (!) telaşesine girdi, bazıları kahvesini -çayını içmek için termoslarına sarıldı, bazıları da azıklarına girişti. Mola yerimizin manzarası harikaydı, Serindere'nin çılgın sesi kulağa harika geliyordu, artık kanyon yanıbaşımızdaydı. Molalar pek bir neşeli olur; uzaktan uzağa laf cambazlıkları, ikramlar, kahkahalar, fotoğraflar...
Pek tabii her mola gibi bu mola da çarçabuk bitti ve toparlandık rehberimizi üzmeden.

 Moladan sonra işte en keyifli parkura geldik, kanyonun üstünden kulakları bayram ettiren sesiyle Serindere boyunca yürüyüş. Arada minimal şelalelere rastladık, kar sularının üstlerinden atladık, çamurlara dalmamak için zıpladık.
Yol boyu sohbetler, fotoğraflar derken harika bir vadi manzarasına geldik ki, orada uzun süre o manzaraya bakabilirdim. Fotoğrafa da ismini verdiğim gibi: Vadim o kadar hüzünlüydü ki...

Bu parkuru daha önceden yürüdüğümden, içinden su borusu geçen yapay bir tünelden geçeceğimizi biliyordum. Bir çok kişi için ilk olan bu geçiş, takriben 100 metre uzunluğundaydı.

Tünelden sonra az bir yolumuz kalmıştı. Artık kendimi arkada bırakıp son fotoğraflarımı çektim. Ekip, arkadan öyle rengahenk görünüyordu ki, fotoğraflamamak kendi adıma ahmaklık olurdu. :)  


 Kıssadan hisse, 20 km. yürüdüğümüz bu güzel parkurda birlikte geçirilen onlarca saat paha biçilemezdi. Bir sonraki pazar trekking aktivitesinde görüşmek üzere...


Eski Saray Sineması'ndan Demirören AVM'ye

Yıllardır süren kavgalar, davalar, incelemeler sonucunda bir şey olamadı. Olan sadece olanca büyüklüğüyle  Beyoğlu İstiklal Caddesi'nin içine edilmesiydi. Her sabah işe giderken gördüğüm manzara günden güne çirkinleşti ve 18 Mart günü Demirören AVM açıldı. Tüm AVM çılgınlarına hayırlı uğurlu ola! Daha dün bir arkadaşıma "Ben o binaya girmem" derken "Ne saçma" tepkisi aldım. Varsın böyle densin, ben kendi tepkimi böyle göstermekte kararlıyım.

Ah Eski Saray Sineması şimdinin Alışveriş Merkezi! Hani Circle d'Orient binasının yüksekliği sınır olacaktı? Nasıl da böyle genişleyip yükseldin? Bu kaçak katlara nasıl göz yumuldu? Neyse aşağıda ayrıntılar mevcut, dileyen hikayeyi canlandırabilir.

Caddenin bu bölümünden geçmek istemiyorum artık. Oysa en sevdiğim binalar burada ama... Alkazar Sineması'nın karyatidleri (kadın şeklindeki sütunlar) artık daha da hüzünlü bakıyor. Atıl bir biçimdeki Circle d'Orient sırasını bekliyor. Emek Sineması desen suskun mu suskun...


"Peki, bu yükselme nasıl oluyor?"sorusunun yanıtını Radikal Gazetesi'nin ulaştığı Demirören AVM’yle ilgili koruma kurullarının raporlardan anlamaya çalışalım.

18 Ekim 2004: İstanbul 1 No'lu Koruma Kurulu, inşaatın yüksekliğinin, hemen yanıbaşındaki tescilli yapı Serkil Doryan’ın saçak kotunda olabileceğine hükmetti ve uygulanacak projenin kurula getirilmesini istedi.

16 Mart 2005: Koruma kurulu, Beyoğlu Belediyesi'nin onayından geçen projenin uygun olduğu kararına vardı.

4 Ağustos 2005: İnşaat sahibi kurula başvurarak uygulama projesinde tadilat istedi. Koruma kurulu belge yetersizliği nedeniyle tadilat projesini reddetti ve belgelere dayanılarak hazırlanan projenin getirilmesi halinde konuyu yeniden değerlendireceğine hükmetti.

6 Temmuz 2006: Devam eden inşaattan zarar gören tescilli yapının müellifleri, 2 No’lu Koruma Kurulu’na (ilginçtir inşaatın hemen yan sokağı 2 No’lu Kurul’un görev alanında) başvurdu. Kurul, inşaatın 12 nolu parseldeki tescilli taşınmaza yaptığı olumsuz etkinin ortadan kaldırılması için belediye ve inşaat sahibi tarafından önlem alınmasını istedi.

20 Şubat 2007: Demirören AVM'nin bulunduğu alan, Bakanlar Kurulu'nun kararıyla Yenileme Alanı olarak belirlendi ve yetki 1 No'lu Koruma Kurulu'ndan İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na geçti.

7 Kasım 2008: Yenileme Kurulu, ‘öneri tadilat projesindeki bodrum katlarının 1 No’lu Koruma Kurulu’nun 16 Mart 2005 tarihli kararında belirtilenden farklı olmasının nedeninin belediyeden sorulmasına’ karar verdi.

14 Kasım 2008: Yenileme Kurulu Demirören AVM binasındaki cephe ve yüksekliğinin, hemen yanı başındaki tescilli kültür varlığıyla uyumlu olmadığına, bu yapıların 20. yüzyıl başındaki fotoğraflarına bakılarak yükseklik ve cephe düzenlemesinin belirlenmesine hükmetti.

21 Aralık 2008: Aynı kurul, "Geçmişten Günümüze Beyoğlu" kitabının II. cildinde yayımlanmış (2004-1. baskı) eski fotoğraflardan yararlanılarak YTÜ’nün raporu doğrultusunda hazırlanan cephe düzenlemesinin kimi düzeltmelerle uygun olduğuna karar verdi.

20 Eylül 2010: İstanbul Yenileme Kurulu, yapılan cephe revizyonunu onayladı.
18 Mart 2011: Demirören AVM olanca çirkinliğiyle açıldı!

Film Festivali Bilet Kuyruğunda...


Bu sene bilet kuyrukları arasında (Rexx, Beyoğlu  ve Atlas) benim takriben 4 saatimi geçirdiğim Beyoğlu Sineması sanırım en iyisiydi ya da ben hep sinemasever bir Polyannayım. En geç 8:40'da kuyruktaydım ama 25. sıradaydım. Sıradakiler (ilk 40 kişi) kollektif bir sıra oluşturduk, bir kişi küçük kağıtlara numaraları yazdı ve herkes sıra numarası kağıdı alıp, Beyoğlu sinemasının kafesinde kahvesini içip muhabbet etti ta ki İksv görevlileri gelene kadar. Onlar, böyle tembel tembel oturan biz "tembelleri" kaldırıp boy sırasına soktu. Ben 12 gibi biletlerimi almıştım fakat şunu düşündüm. Ben bunu 31 yaşında yapabiliyorum ama yaş almış sinefillere kıyamıyorum, umarım o yaşlara ulaştığımda festivalde bilet almak için yaşanılan bu kepazeliğe tanık olmam, hani ya bir umut.

30. Uluslararası İstanbul Film Festivali

Hesapladım da 1995 yılından beri bilfiil İstanbul Film Festivali'ne gitmiş ve her yeni yıl daha da sinemaya olan aşkım büyümüş.
Ey 7. sanat sen olmasaydın bu gönül neylerdi, nasıl onca ülkeden haber olur, nasıl o coğrafyalarda düşsel de olsa gezintiye çıkardı? Şimdi burada sinemaya ne kadar methiyeler düzsem az fakat lafı gelmişken de huzurlarınızda sinematografın mucitleri Lumiere kardeşleri saygıyla anmamak da olmaz.

Bu yıl festival 2-17 Nisan arası, geçtiğimiz cuma program açıklandı, kataloglar hemen gidip alındı. Beklenen filmler listede çıkınca zıplandı, merak unsuru yaratanlar işaretlendi, sevilen yönetmenlerin yeni filmleri hemen listelendi. En zoru da o programı oturtmaktı ki, henüz hala bitirmiş değilim. Bu festival zamanları bana bir şeyler oluyor, bir heyecan bir coşku, bahar gelir insanlar coşar bendeki de ayrı bir faz olsa gerek.

Bu sabah işe giderken tam da Atlas Sineması'nın önünde şunu söylerken kendimi buldum: "Ben her festival aşık olurum, Atlas olur Emek olurum." (Şair burada sinema salonlarıyla meşk eder.) Biliyorum bu mutluluğumda bu aşık maşuk meselesinde yalnız değilim.

Her sene olduğu gibi, (Sanırım bir yıl eksiktim) termosumla 19 Mart sabahı bilet kuyruğunda diğer sinefillerle dikilmek bile şu an kulağa çok ama çok hoş geliyor.

Çok sevdiğim Japon yazar Haruki Murakami'nin Noruvei no mori romanının kendi topraklarından çıkan beklenen uyarlaması var ki, iki elimi bağlasalar kaçar izlemeye giderim. Wim Wenders'in Pina Bausch'u anlattığı Pina adlı filmi, Chico & Rita adlı her daim müziği hissedilen animasyon, Nikita Mikhalkov'un yıllar sonra Güneş Yanığı'nın devamı niteliğinde çektiği Güneş Yanığı 2, festivalin İnsan Hakları, Mayınlı Bölge, Dünya Festivallerinden bölümleri... Kısacası çenem iyice düşmeden ilk etapta izleyeceğim filmlerin listesini aşağıya kopyalıyorum. Şimdiden hepimize iyi seyirler. 

İmkansızın Şarkısı
Fabrikadaki Piyano
Rio Seks Komedisi
Faydalı Hayat
İçimdeki Yangın
Yolculuk
Chico ile Rita
Tutku
Pina
Yağmuru Bile
Portakallar ve Günışı
İnsan Kaynakları Müdürü
Yeni Yıl
Güneş Yanığı 2
Ölümüne Kaçış
Özgürlük Yolu
Kahve ve Gerçekle Hayal Arasında
Amador
Hayatımız
Anneler
Miral
Elveda Taypey
Picco
Mutluluğum
Artık Yıl
Cinayet Günlüğü
Ha ha ha
Kanunsuzlar
Kadının Fendi

Kar Üstü Güneş Altı Yürüyüşü

Sansür kalktı ya, hemen üç beş kelam edeyim dedim. Çok mutluyum günlük çok bildiğin gibi değil. Bu bilişim konusu olunca yasaklamalar harika oluyor ülkemde, bir sabah gelecek Google'da fazla arayıp öğreniyoruz diye de kapanacak gibi korkularım da var hani. Neyse konumuz bu değil, bugün sizlere dünkü trekking aktivitemden biraz bahsedeyim diyorum.

2-2.5 aydır trekkinge gidememenin verdiği hüzün ve sıkıntıyı çevremdekiler pek iyi bilir. Buna bir "dur" demek, eriyen karların şırıltısında kulakları bayram ettirmek, kaslara "haydi çalışın" diye emirler yağdırmak üzere çıktım yollara. Anadak'ın bu yürüyüşünde bize yine rehberlerin rehberi Muhittin önderlik etti. (Buraya bir smiley'i çok uygun gördüm ama ciddiyeti de bozmak istemiyorum hani.)

Sabah 7:25'de araca binmek suretiyle yolculuğumuzun taşıt ayağı başlamıştı. İstikamet Gebze dolayları, ilk ve tek durak da Balçık adındaki köy idi. Çaylar, kahvaltılar ve kumanya için yapılan alışverişlerle yarım saat süreyi doldurduk dibine kadar. Sonrasında da rotanın başlayacağı yere gitmek için yine bindik aracımıza.

Araçla yukarı çıktıkça karlar tüm güzelliğiyle selamladı bizi. Hani bahara başlangıç yürüyüşüydü bu? Ekipmanları hazırladık, tozlukları taktık derken, 10'a doğru yol almaya başladık tabanlarımızla. O kar senin, bu kar benim derken, güneş tepemizde kıçıyla gülüyordu resmen bizlere. Hani istesen tutturamazsın böyle havayı. Yerlerde yer yer ciddi kalınlıkta karlar, tepemizde kızgın güneş. Koruyucu krem sürmeme rağmen kızarmış yeşil domates oldum günlük bildiğin gibi değil. Şirkette bugün "solaryuma mı gittin?" diye soran iş arkadaşlarım dahi vardı. Neymiş, kremi bol tutmak gerekiyormuş.

Takriben 17 km. yürüyerek, Denizli Göleti'ne ulaştığımız bu yürüyüşün sonlarına doğru herkesin ayağı ıslak ve neredeyse herkes "bu tepeyi geçince göl çıkacak" efsanesine inanmıyordu. Her tepeyi geçtiğimizde bir umut göl çıkacacak diye umutlandık lakin sonradan olma sevimsiz gölete dermansız halde sonunda ulaştık. Ben 26-27 km.yürüyüşlerde yaptım ama böylesi daha yorucu oluyor, hatta normal şartlardakinin 1.5 katı daha ağır oluyormuş, bunu tecrübe etmiş oldum. Ama sabah iyi kalktım, dün yaşanılan adrenalinin yerini huzur ve yeni rotaların heyecanı aldı.

Bu trekking macerasında yepyeni insanlarla tanıştım, ekip enerjisi gayet yerindeydi. Yürüyüşlerimin klasiği kahvem de her daim benimleydi. Ve ilk kez götürdüğüm kuru meyvelerden oluşan karışımı geri getirmedim, zorla da olsa ekip arkadaşlarıma yedirdim.


Bu trekking iyi geldi kıssadan hisse bana, umarım yürüyen herkes de benim kadar keyif almıştır. Gebze - Deniz Göleti rotası, kar üstü güneş altındaki bu yolculukta; melez küçük kangal köpek, tepedeki molada içtiğim kahvem - sigaram ve yolun sonuna doğru "battı balık yan going" formunda tüm erimiş sulara dalmak, yürürken yaşanılan latifeli diyaloglar en hoş ayrıntılardı. Yeni yollara diyerek huzurlarınızdan çekilirim...