İstanbul'u sahiplen!

Her yeni gün, İstanbul'u İstanbul yapan nadide şeyler hakkında "garip" haberler duyuyoruz. Ormanlar, Taksim, Emek, AKM, Tarihi yarımada, Haydarpaşa, Port çılgınlıkları, kentleşme hareketleri (!) vs. Son günlerde de Muammer Karaca Tiyatrosu... Statik (!) nedenlerle Beyoğlu'nun son kalan tiyatro sahnesine de elveda deme vakti gelmiş. Yerine hangi şık mağaza, hangi otel olur bilemiyorum, AVM için yeri küçük.

"Büyük şehrin, büyük nüfusun getirdikleri işte" deyip geçmek çok kolay ama durum kesinlikle böyle değil ve bunu hepimiz biliyoruz. Bunu burada uzun uzadıya anlatmak yersiz, AVM, otel, konut, ofis ihtiyaçlarımızı tartışmak başlı başına abest! Kısacası mutluluk fabrikaları (!) sarıyor her yanımızı!

Tam da bunları düşünürken arkadaşım Hakan'ın çizimi geldi aklıma, kendisi de gerçek bir İstanbullu! Hani şehri için düşünen, olumsuzluklar karşısında sesini çıkaran duyarlı birisi. Çizimi işte aşağıda:
Çizim: Hakan Güven
Le Cool'un da kapağı da olan bu çizim şöyle çıkmış: "... TV'de ABD'deki Occupy olaylarıyla ilgili bir haber izledim ve bir anda kafamda bu resim belirdi. İstanbul'da yaşayan herkese İstanbul'u sahiplen! demek istedim."

"İstanbul'u sahipleri belli, biz ne yapabiliriz?" dediğinizi duyar gibiyim. Biz öncelikle bu durumlar hakkında etrafımızdakileri haberdar edebiliriz. Bunu sözle, yazıyla, çizimle, müzikle, sosyal medya sayesinde paylaşımlarımızla yapabiliriz. Buna dair düşüncelerimizi oraya buraya yazabilir, hakkında sergi, konuşma, filmlerin takipçisi olarak bilgilenebiliriz. Ayrıca, imza kampanyaları ve yürüyüşlere katılabilir sesimizi biraz daha çıkarabiliriz. 

Emsalleriyle kıyas kabul etmez bir tarihin üstünde oturduğumuzu bilerek ve bu kültürel varlıklarımızla bizden çok yabancı turistlerin ilgilendiğini bilmek çok üzücü. Şehrinle biraz ilgilen, geçmişin izleri olan sokaklarında dolaş ve İstanbul'u tanı. Aslolan sahiplenmekse, buyur buradan başla... Tanı, bil, sahiplen ve korumak için ses çıkar!


Heybeliada'da Keşif

"Bugün hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadım" diye başlamışım bu yazıya ve orada da kalmışım. Sözlerimin yetmeyeceğini anladığım an, fazla da uzatmadan yazıya son vermişim, sanırım birazdan da aynı şey olacak :)

Geçen hafta biriciğim Burgazada'ya ihanet ederek  (Ada vapuru Burgazada'da durunca içim bir hoş olsa da) benden keyifli iki dostumla Heybeliada'ya gittik. Günün sonunda, yüzümüzde keyif gamzeleri "bir keramet varmış ki, yönümüz oraya çevrilmiş" demeden kendimizi alamadık.

Heybeliada Ruhban Okulu koridorları...
Aya Triada Manastırı ve akabinde Heybeliada Ruhban Okulu'na girebilmek, sınıflarını gezebilmek, bahçesinde dolaşmak gezimizin en harika saatleriydi diyebilirim. Yıllardır tadını unuttuğumuz lüferleri, balıkçılardan alıp, onlar gibi balıkçı iskelesinde hatta resmen denizin içinde yiyebilmek de bizler için keyif sarhoşu hallerin ta kendisiydi. Pek tabii, patili ada sakinleri de görüldü, sevildi, hatta iki tanesi vardı ki resmen bizi ada boyunca takip etti. Hulasa, keyifli, mutlu ve keşif dolu bir gün yaşadım. Sözlerime burada noktayı koyarken, Heybeliada semalarından fotoğraflara dalıyorum.

Ona göre!
Kapısının küçük penceresinden çekebildiğim Heybeliada Ruhban Okulu kitaplığı.
Sınıftaki tek düzgün fotoğraf, varın içini siz düşünün...
Heybeliada Aya Triada Manastırı
Aya Triada, bahçedeki çanlar.
Aya Triada, güneş saati
Heybeliada'dan Büyükada...
Keyif zamanları