30. Uluslararasi İstanbul Film Festivali'nde İlk Filmler

Cumartesi başlayan 30. Uluslararasi İstanbul Film Festivali'nde bu hafta sonu üç film izledim. Her yıl gibi bu yıl da, festival günlüğü yazısı yazmak çok istiyorum. Bakalım başarabilecek miyim? Bu hafta sonu biraz rahattı, önümüzdeki iki hafta sonu 3'er filmle yoğun geçecek gibi görünüyor. Ondan önce de iş çıkışı izleyeceklerim cabası. Güzel günler bunlar, her yıl beklediğim, her yıl öncesinde hazırlıklara başladığım. İzlediğim filmlerden şöyle spoiler vermeden kısaca bahsetmek istiyorum. Hani harika değillerdi ama izlediğime de memnun olmadım dersem yalan olur.

Bakalım yarın izleyeceğim Bela Tarr'ın son filmi A torinoi lo (Torino Atı) bana neler hissettirecek?


Made In Dagenham (Kadının Fendi)

1968 yılında, İngiltere Dagenham'daki Ford fabrikasında çalışan kadın işçilerin artık "cinsel eşitsizliğe dur" demek için başlayan cesur hareketlerini anlatan film hafiften klişeler içerse de sıkılmadan izlettiriyor kendisini.
 
Erkeklerle aynı işi yapıp, kadın oldukları için "vasıfsız" olarak adlandırılan ve bununla da kalmayıp, erkeklerin maaşının yarısını alan İngiliz kadınlarının hak mücadelesi, trajikomik unsurlarlarıyla da gayet keyifliydi. Sadece fabrikaya ve devlete değil kocalarına da başkaldıran kadınlar sonunda kazanır ve 1970 yılında yasa çıkar.

Filmde bir kadın diğer bir kadına şöyle der:
"...Hep tarih kitaplarını okurken, tarih yazan insanların neler hissettiğini merak ederdim. İşte sen bunu bana anlatacaksın."



Majki (Anneler)

Makedon yönetmen Manchevski'nin Before The Rain (Yağmurdan Önce) filmi en sevdiğim filmler listesinde yıllara rağmen her daim yer alır. Bugün izlediğim ilk film, Manchevski'nin Senki'den (Gölgeler) sonra çektiği son filmi. Senki'yi de sanırım 2 yıl önce yine festivalde izleyebilmiştik.

Film, üç ayrı hikayeyle bize başka başka annelerin öykülerini anlatıyor. Benim favorim ikinci hikayeydi, unutulmuş bir Makedon köyü, bir nine...
Üsküp, Mariovo ve Kicevo'da geçen hikayelerde kesişen ayrıntılar da yok değil, Manchevski'nin bunu pek sevdiğini önceki filmlerinden de biliyoruz zaten.



Hjem til jul (Yeni Yıl)

Norveçli yönetmen Bent Hamer'i Factotum ve O'Horten ile pek sevmiştik. O'Horten'den üç yıl sonra çektiği bu filmde kendisini başka görüyoruz ki, diğer filmleri de birbirinden epey uzaktı. Pek beğenmediğim bugünün ikinci filmi Hjem til jul, daha önce de çokça izlediğimiz farklı insan hikayelerinden oluşan bir film.

"Yeni yıl"a girerken Norveç semalarında kimler neyin peşinde, kimler neye üzgün, kimler neyi sorguluyor bunlara dair anekdotlar görüyoruz. Ülkelerinden kaçan Arnavut / Sırp çift, eski futbolcu sokaklarda yaşayan Jordan, ailesi dağılmış Paul, metres, doktor, ergen çocuk hemen aklıma gelenler. Pek tabii bu küçük hikayelerde keşisen hayatlarla da yönetmen ilgiyi yüksek tutmaya çalışmış. Yeni bir şey var mı? Ben göremedim maalesef. Lakin şu kuzey ışıkları nasıl bir şeydir, nasıl görülesidir!

0 yorum :