Sansarak Kanyonu'nda 30 Kişiydiler

Dün Podosg (Pozitif Doğa Sporları Grubu) olarak İznik'in Sansarak Köyü'ne bağlı Sansarak Kanyonu'ndaydık. Yıllardır bilumum trekking faaliyetine katılmış biri olarak söyleyebilirim ki, dünkü yürüyüşüm kesinlikle en keyifli ilk iki yürüyüşümden biriydi.

Bilen bilir, kanyonlarda ekip ruhu çok daha iyi ortaya çıkar, iletişim daha kuvvetli, yardımlaşma en üst seviyelerdedir. Ama maalesef bunu her yürüyüşte yaşayamazsınız.  Dün beraber yürüdüğüm ekibin enerjisi yüksek olunca, bu rotanın tadından yenmedi kısacası. Parkur zorlamış, yüzüğünü parmağında unutup anılarıyla Sansarak sularına vermişsin, saatlerce dönüş yolunda kalmışsın, hiç koymaz adama. Yüzünde arkaik heykel sanatında olan, alık - naif bir gülümseme olur adeta. İşte ben tam böyle bir gülümseyle bitirdim rotayı, tıpkı dün gibi, bugün de o gülümseme yüzümden düşmedi.

Sabah 11:00 sularında Gürmüzlü Köyü'nden girdiğimiz patikayla yola başladık. Bir süre sonra dere yavaş yavaş karşımıza çıktı ve belimize kadar girmemizle yola devam ettik. Badi badi taşları yoklaya yoklaya kilometrelerce yol aldık. Karşımıza kanyonda bizim gibi yürüyen insanlar çıktı. Münzevi mesih görünümlü Abi, Havva ve beni epey şaşırtt, sonrasında karşımıza çıkan terlikli güruh ile de iyice koptuk. Taşlardan sekerken biri çubuk kraker ikram ederken, diğeri ciklet ikram etti. Yürüyüşün interaktif komik enstantenelerinden biriydi.



Düşe kalka, atlaya kaya, gömüle yüze 14 kilometre yaptık. Araca döndüğümüzde takriben 9 saat yollardaydık.

Ortalarda ekibin sonlarındaydım, yürüyüşlerde yolun belli kısmında arkada kalmayı seviyorum, sessizlik dinginlik, doğanın sesini duyumsamak için bu şart oluyor. Breton'un Yürüme Övgü kitabında da dediği gibi: "Bir manzaranın güzelliğiyle birleşen sessizlik insanı kendine götüren bir yoldur."

 Tüm rotayı, atladığım zıpladığım taşları anlatacak değilim elbet burada. Toplamda neredeyse 20 saat beraber olduğumuz ekibi anlatsam; Havva'nın gözlerindeki içtenliğini ve yoldaşlığını mı, Gül'ün suya girdiğindeki mutluğunu mu, Sibel'in şen kahkahasını mı, Mustafa'nın çılgın esprileri ve dostluğunu mu, İbrahim'in abiliğini mi, Uyuyamayanlar Kulübü üyeleri İlksen ve Deniz ile kikirdeşmelerimizi ve çorba hayallerimizi mi, Bilgin'in Kommagene anıları yaşarak anlatışını mı, Serap'ın sigara ve kahve sevdasını mı, Murat'ın canı gönülden yardımlarını mı, Prometheus gibi bize ateşi çalan İsmail'i mi, Leyla'nın sevgi dolu bakışlarını mı, Şaban Abi'nin deklanşör sesine duyarlılığını mı, Ayfer ile muhabbetlerimizi mi, Osman'ın Laz telefon konuşma örneklerini mi, Fatih'in dönüş yolundaki kehanetlerini mi, Turgut Abi'nin müziğini mi, rehberimiz Muhi'nin önderliğini mi, hangisini anlatsam bilemiyorum işte.


Kıssadan hisse bildiğim şu ki, serin sulara girmenin, yeşile doymanın, yusufçukları izlemenin, kurbağa larvalarının hareketlerinden doğan telaşı yaşamanın neşesi bir sonraki kanyona kadar sanırım bana yetecek. Haftaya yine kanyon var, o zaman "Bekle beni Kazandere, sana geliyorum!" diyorum.

4 yorum :

Blogger Bolat dedi ki...

Güzel bir etkinlik olmuş :)

euphrates dedi ki...

Buyrun sizi de kanyonlara bekleriz efenim. :)

Yalcin Parmaksiz dedi ki...

Çok faydalı bir yazıl olmuş. Oraları gezmiş gibi oldum :)

euphrates dedi ki...

Buyrun Yalçın Bey, sizi de götürelim. :)